S harfi ile başlayan deyimler

DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A  -  B  -   C  -  Ç  -  D  -  E  -   -    -  H   -  I   -  i  -  k -  l  m  -   -  o  - ö  -   -   r  -  s  -  ş  -  t  -  u  -  ü  -   v  -   y  -   z


Saat bu saat: Ele geçen fırsatı değerlendirmenin tam zamanı.


Saati saatine uymamak: Tutum ve davranışları bir öyle bir böyle olmak. Kararlı bir duruş sergilememek.


Sabaha çıkamamak: Sabah vakti olmadan erkenden ölmek.


Sabahı etmek: Sabaha kadar uyumamak, sabahlamak.


Sabahın köründe: Sabahın en erken vaktinde.


Sabır taşı: Büyük sıkıntılara, felaketlere sabreden kimse.


Sabrı taşmak: Bir şeye tahammül gücünü yitirip dayanamaz olmak, sabredememek.


Saç ağartmak: Bir işte çok uzun bir zaman emek vermiş olmak.


Saç saça baş başa: Kadınların kıyasıya kavgaya tutuşmaları.


Saç sakal birbirlerine kırışmak:  Üstü başı oldukça perişan bir durumda olmak, çok uzun bir zaman saç, sakal tıraşı olmamış olmak.


Saçına ak düşmek: Saçı ağarmaya, yaşlanmaya başlamak.


Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayan davranışlarda bulunan kimse.


Saçını başını yolmak: Çok üzülmek neredeyse kahrolmak.


Saçını süpürge etmek: Büyük bir fedakârlıkla çalışmak.


Saçma sapan konuşmak: Anlamsız, gereksiz konuşmak.


Safra bastırmak: Açlığını bir nebze yatıştırmak için çok az miktarda yemek yemek.


Sağ gösterip sol vurmak: Yanıltmak, tersini yapmak.


Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Bir şeyin üzerine fazlaca titremek, çokça kıskanmak.


Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgisiz olmak.


 Sağı solu belli olmamak: Nerede ne söyleyeceği veya ne yapacağı belli olmamak.


Sağır sultan bile duydu: Bir şeyin herkesçe duyulmuş olması, o şeyi işitmeyen kimsenin kalmamış olması anlamında kullanılır.


Sağlam ayakkabı değil: Güvenilir olmayan kişi.


Sağlam kazığa bağlamak: Bir konuda gerekli tüm önlemleri almak.


Sağlık olsun: Bir zarara uğrama, kişinin önemli bir varlığını yitirmesi esnasında kullanılan bir sözdür.


Sağmal inek: Kendisinden sürekli olarak çıkar sağlanan kimse.


Sakalı ele vermek: Birinin boyunduruğuna, himayesine girmek, onun sözünden çıkmamak.


Sakız gibi yapışmak: Birinin peşini bırakmamak, ondan ayrılmamak, ona her istediğini yaptırmaya çalışmak.


Salık vermek: Bir kişinin veya bir şeyin uygun olduğunu tavsiye etmek.


 Salkım saçak: Düzensiz bir şekilde, dağınık bir halde.


 Sallantıda kalmak: Bir şeyi tam bir çözüme kavuşturamamak, öylece kalmak.


Saltanat sürmek: Bir yerin yönetimini elinde tutmak, bolluk, bereket içinde yaşamak.


Saman altından su yürütmek: Bir şeyi hiç kimseye belli ettirmeden, gizlice yapmak.


Saman gibi: Yavan, tatsız olan.


Sapı silik: Kişiliği oluşmamış, serseri, başı boş kimse.


Sarakaya almak: Alay etmek.


Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu ve nereden geldiği bilinmeyen kimse.


Sarmaş dolaş olmak: Biriyle sarılıp kucaklaşmak.


Sarpa sarmak: Bir şeyin içinden çıkılmaz bir hal alması.


Satıp savmak: Kişinin malını mülkünü çok ucuz bir fiyata satması.


Sayıp dökmek: Ne varsa hepsini teker teker söylemek.


Sebil etmek: Bol bol verip dağıtmak.


Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak bir duruma gelmek.


Seferber olmak: Eldeki bütün imkânlarla bir işe girişmek.


Selâm verip borçlu çıkmak: Birine gösterilen küçük bir ilgi karşılığında kişinin kendisinden büyük bir isteğinin olması.


Selamı sabahı kesmek: Ahbaplığı kesmek, biriyle daha az samimi olmak.


Sen sağ ben selâmet: İş tamamen sonuçlandı, bundan böyle yapılacak bir şey yok anlamında.


Senet vermek: Güvence vermek, bir şeyi garanti etmek, işi şansa bırakmamak.


Senli benli olmak: İçli dışlı olmak, samimi olmak.


Sepet havası çalmak: Bir kimseyi işten çıkarmak, ona yol göstermek, onu yanından uzaklaştırmak.


Ser verip sır vermemek: Ağzı sıkı, sır saklayabilen kimse. Çok zorlansa dahi kimseye sırrını söylemeyen.


Sere serpe: Rahatça, serbestçe bir çekinme gereksinimi duymadan.


Sermayeyi kediye yüklemek: Bir işte bütün parasını yitirmek, batmak. 


Ses çıkarmamak: Karşı çıkmamak, itiraz etmemek bir şekilde kabullenmek.


Ses seda çıkmamak: Herhangi bir ses çıkmamak. Bir şeyin olduğu gibi kalması.


Ses vermemek: Bir çağrıya cevap vermemek, sessiz kalmak.


Sesi soluğu çıkmamak: Hiçbir şey söylememek.


Sesini kesmek: Bir kimseyi söz söyleyemez bir pozisyonda bırakmak, onu konuşturmamak.


Seyirci kalmak: Bir şeye karışmamak, o şeyi sadece izlemekle yetinmek.


Sıcağı sıcağına: Fazla zaman geçmeden, hemen.


Sıcak kanlı: Cana yakın, sempatik, samimi, sevimli kimse.


Sıcak yüz göstermek: Samimi davranmak, yakınlık göstermek.


Sıçana dönmek: Çok ıslanmak.


Sıdkı sıyrılmak: Birinden tiksinmek, soğumak.


Sıfıra sıfır, elde var sıfır: Yapılan bütün çalışmaların, verilen bütün emeklerin sonuçsuz kalması, hiçbir şeyin elde edilememesi.


Sıfırdan başlamak: İşe sadece kendi olanaklarına güvenerek hiçbir varlık, sermaye olmadan başlamak.


Sıfırı tüketmek: Bütün varlığını tüketmek, elinde avucunda bir şey kalmamak.


Sıkboğaz etmek: Hazırlık yapmasına fırsat vermeden birini çokça sıkıştırmak.


Sıkı durmak: Dayanıklı, metanetli, güçlü bir duruş sergilemek.


Sıkı fıkı: Birbirine bağlı ve teklifsiz. 


Sıkı tutmak: Üzerinde durmak, önem vermek.


Sıkıntı basmak: Kişinin kendini bir boşlukta görmesi, ruhunun daralması, can sıkıntısı duyması.


Sıkıntı çekmek: Zor bir durumda kalmak ya da yoksul bir hayat yaşamak.


Sıkıntıya gelememek: Zor işlerde, anlarda çabuk pes etmek.


Sır küpü: Birçok sırları bildiği halde hiçbirini açığa vurmayan kimse.


Sır olmak: Aklın ve mantığın alamayacağı bir şekilde ortadan kaybolmak.


Sırım gibi: Dayanaklı, güçlü kimse.


Sırra kadem basmak: Ortalıktan yok oluvermek. Nerede olduğu bilinmemek.


Sırt sırta vermek: Bir konuda işbirliği yapmak.


Sırtı kaşınmak: Sözleri ve davranışlarıyla dayak yemeyi hak etmek.


Sırtı yere gelmemek: Yenilmemek.


Sırtından geçinmek: Sürekli olarak birinin parasıyla hayatını sürdüren, asalak kimse.


Sırtını dayamak: Güçlü bir kimseye arkasını dayamak.


Sırtını yere getirmek: Kazanmak, bir üstünlük elde etmek, rakibi yenmek.


Sıygaya çekmek: Yapılan her şeyin hesabını sormak.


Sil baştan: Bir işi en baştan yeniden yapmak.


Silip süpürmek: Ortada ne varsa hepsini alıp götürmek, onları yok etmek.


Sinek avlamak: İşsiz, güçsüz, boş boş oturan.


Sinekten yağ çıkarmak: Olmayacak şeylerden yararlanmaya bakmak.


Sineye çekmek: Bir şeyi istemeye istemeye kabullenmek.


Sinirleri alt üst olmak: Çok aşırı bir şekilde sinirlenmiş olmak. Sinirinden ne yapacağını şaşırmak.


Sinirleri boşanmak: Kişinin kendini tutamayarak gülmesi, ağlaması ya da bağırması.


Sinirleri gergin olmak: Çok sinirli bir durumda olmak.


Sinirleri gevşemek: Sakinleşmek.


Sinirleri yatışmak: Sakinleşmek, öfke ve kızgınlığı geçmek.


Sinirlerini bozmak: Öfkelendirmek, kızdırmak.


Sipsivri kalmak: Tek başına, yalnız ve çaresiz bir şekilde kalmak.


Soğuk almak: Üşüttüğü için hastalık geçirmek, hasta olmak.


Soğuk duş etkisi yapmak: Bir anda verilen bir haberin kişide olumsuz bir etki oluşturması.


Soğuk kanlı: Çabuk telaşlanmayan, kızmayan, heyecana kapılmayan kimse.


Soğuk nevale: İnsanların içine pek karışmayan, sevimsiz kimse.


Sokağa düşmek: Kötü bir yola düşmek.


Sokak süpürgesi: Evinde hiç oturmayan sürekli gezen sürtük kadın.


Sol tarafından kalkmak: İşleri ters gitmek.


Solda sıfır: Değersiz ve önemsiz anlamında.


Soluğu kesilmek: Gücü, kuvveti tükenmek, nefes alamaz olmak.


Soluk aldırmamak: Durmadan dinlenmeden birini çalıştırmak, kişiye hiç dinlenme imkanı vermemek..


Soluk soluğa: Çok zor nefes alarak. Heyecanlı ve aceleci.


Son kozunu oynamak: Elindeki son olanağını da, nesi varsa kullanmak. Bütün imkanları harekete geçirmek.


Son nefesini vermek: Ölmek.


Sonradan görme: Çok uzun bir süre yoksul, fakir bir hayat yaşayarak sonradan zenginleşen ve bununla aşırı övünen ve kibirlenen kişi.


Sorguya çekmek: Birini bir soruşturmaya uğratmak.


Soyup soğana çevirmek: Bir kimsenin ya da bir yerin bütün her şeyini almak. 


Sökün etmek: Bir şeyin çıkagelmesi ve birbiri ardında görünmesi.


Söz açmak: Bir konu hakkında söz söylemeye başlamak, konuşmak.


Söz almak: 1. Toplantı başkanından izin alarak konuşmaya başlamak. 2. Birinden bir şey için olur almak.


Söz altında kalmamak: Kişinin kendini üzen, inciten sözler karşısında aynı dozda cevap vermesi.


Söz ayağa düşmek: Bir konu hakkında yetkisiz ve sorumsuz kimselerin konuşmaları, fikir ileri sürmeleri, düşüncelerini bildirmeleri.


Söz bir Allah bir: Verdiğim sözü muhakkak yerine getireceğim anlamında.


Söz birliği etmek: Bir olay veya durum karşısında aynı şeyleri söylemek, birlikte hareket etmek.


Söz çıkmak: Bir kimse hakkında bir dedikodunun ortaya atılması.


Söz dinlemek: Uyarılara uygun davranmak.


Söz geçirememek: Birine bir şeyi yaptırabilecek güçte olmamak.


Söz geçirmek: Birine her dediğini yaptırabilmek.


Söz kesmek: İki kişinin evlenmek amacıyla anlaşıp kesin olarak karar vermeleri.


Söz meclisten dışarı: Söyleyeceklerimde rencide, onur kırıcı bir şey olsa da bunları kimse üstüne almasın. Söyleyeceklerimin kimseyle bir ilgisi yoktur.


Söz sahibi olmak: Bir konuda konuşmaya, fikir yürütmeye yetkisi bulunmak.


Sözde kalmak: Bir işi yapmayı kararlaştıranın bir türlü bu işi yapmaması.


Sözü bağlamak: Konuşulanları bir sonuca vardırıp sonuçlandırmak.


Sözü çiğnemek: Söylemek istediklerini açık ve net bir şekilde ortaya koyamamak, söyleyememek.


Sözü kesmek: Birinin konuşmasına engel olmak.


Sözünde durmak: Verdiği sözü tutup sözün gereğini yapmak.


Sözünden çıkmamak: Birilerinin her söylediğini harfiyen yapmak, nasihatlerine kulak vermek.


Sözüne gelmek: Başta karşı olduğu, benimsemediği bir kişinin fikrini kabul etmek.


Sözünü balla kestim: Sözünüzü kesmek zorunda kaldım dolayısıyla hepinizden özür diliyorum.


Sözünü esirgememek: Söylenmesi gereken yerlerde kimsenin etkisi altında kalmadan, kimseden korkmadan sözünü söylemek.


Sözünü geri almak: Söylediklerinin yanlış olduğunu kabul ederek onları söylenmemiş kabul etmek.


Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin söylediklerine önem vermek.


Sözünün eri olmak: Her şart ve ortamda verdiği sözden caymayan kimse.


Su dökünmek: Banyo yapmak, yıkanmak.


Su gibi akmak: Zamanın çok hızlı bir şekilde geçmesi.


Su gibi bilmek: Çok temiz, aziz, yanlışı olmayan birisi olarak bilmek.


Su gibi ezberlemek: Hiçbir yerde eksik bir şey bırakmadan bir şeyi tam tıkır ezberlemek.


Su götürmez: Kesin ve net olarak belli olmak, başka bir yoruma kapalı olmak.


Su götürür olmak: Farklı yorumlara elverişli olmak.


Su içinde kalmak: Çok aşırı terleyip sırılsıklam olmak.


Su katılmamış: Hile katmamış, saf, katıksız, özelliğini tamamen koruyan.


Su yüzü görmemiş: Kirli, çok uzun bir süre yıkanmamış kimse.


Su yüzüne çıkmak: Bilinir bir duruma gelmek.


Sucuk gibi ıslanmak: Elbise ve vücudunun ıslanmamış hiçbir tarafının kalmaması, her tarafın yaş olması.


Sudan cevap: Baştan savma cevap, özensizce ve tutarsız olan cevap.


Sudan çıkmış balığa dönmek: Çok şaşırmak, ne yapacağını bilemez duruma gelmek.


Sudan ucuz: Çok ucuz, bedava.


Sululuk etmek: Ciddi davranmamak, cıvık olmak.


Surat asmak: Bir olumsuzluğu belirtmek için kaşlarını çatarak yüzüne bu anlamı yansıtmak, küskün, dargın bir yüz ifadesine sahip olmak.


Surat bir karış: Üzüntülü, kızgın, somurtkan, oldukça öfkeli bir yüz ifadesine sahip olmak.


Suratını ekşitmek: Memnuniyetsizliğini yüz ifadesiyle belli etmek.


Sus payı: Birine bir şeyi söylememesi için bir nevi rüşvet sunmak.


Suspus olmak: Bir tehdit karşısında sesini çıkaramamak.


Sustaya kalkmak: Köpeğin arka ayakları üzerine kalkması.


Suya götürüp susuz getirmek: Kurnazlık ve hile yapmakta usta olan kimse.


Suya sabuna dokunmamak: Ortalığı kollayıp kimsenin gücenmesine meydan vermemek.


Suyu bulandırmak: Yolunda giden olumlu seyreden bir işi art niyetle olumsuza döndürmeye, iş ve işlemleri karıştırmaya çalışmak.


Suyu ısınmak: Birinin çeşitli sebeplerden görevinden uzaklaştırılması.


Suyu kaynamak: Görevden, işten uzaklaştırılma zamanı yakın olmak.


Suyu nereden geliyor: Bir işi devam ettirmek için harcanan paranın ana kaynağı anlamında kullanılır.


Suyun başı: Bir işte en asli unsur, ana kaynak, en yüksek mevkideki kişi.


Suyunun suyu: Hiçbir ilgi ve alakası olmayan çok uzakta bulunan şey.


Süklüm püklüm: Utanıp sıkılarak. 


Sünger çekmek: Bir olumsuzluğu kapatmak, onu hiç yaşanmamış kabul etmek.


Süngüsü düşük: Neşe ve canlılığını yitirmiş, etkinlik alanı kalmamış anlamında.


Sürçülisan etmek: Sözcüğü yanlış söylemek.


Sürüncemede bırakmak: Bir işi çeşitli sebeplerden dolayı sonuçlandıramamak.


Süt dökmüş kedi gibi: Telaş ve korku dolu olmak.


Süt kuzusu: 1. Çok küçük bebek yavru, korunmaya muhtaç çok küçük çocuk. 2. Oldukça nazlı, el üstünde büyütülmüş hiçbir zorluk görmemiş kimse.


Sütü bozuk: Soyu, sopu kötü olan bir sülaleden gelen ve ahlaksızlıkta sınır tanımayan kötü kimse.


Sütliman olmak: Ortalığın sessiz, sakin bir duruma gelmesi.


DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A  -  B  -   C  -  Ç  -  D  -  E  -   -    -  H   -  I   -  i  -  k -  l  m  -   -  o  - ö  -   -   r  -  s  -  ş  -  t  -  u  -  ü  -   v  -   y  -   z