İ harfi ile başlayan deyimler

DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A  -  B  -   C  -  Ç  -  D  -  E  -   -    -  H   -  I   -  i  -  k -  l  m  -   -  o  - ö  -   -   r  -  s  -  ş  -  t  -  u  -  ü  -   v  -   y  -   z


İbret almak: Bir olumsuzluktan yararlanarak ondan ders almak.


İcabına bakmak: Gereğini yerine getirmek. Ne gerekirse onu yapmak.


İç çekmek: Çok derin bir şekilde soluk alıp hıçkıra hıçkıra ağlamak.


İç etmek: Birinin eline geçen bir şeyi kimseye göstermeyip kendine mal etmek.


İç gıcıklamak: Birini harekete geçirmeye, onda istek uyandırmaya çalışmak.


İçi açılmak: Sıkıntı ve zorluklardan kurtulmak, ferahlamak.


İçi cız etmek: Çok üzülmek.


İçi çekmek: İstek duymak.


İçi çıfıt çarşısı: İçinde binlerce kötülük, hile olan kimse.


İçi daralmak: Sıkıntıdan bunalmak.


İçi dışı bir: Olduğu gibi görünen veya göründüğü gibi olan kimse. İçinde kötülük saklamayan.


İçi dışına çıkmak: Kustuğu için oldukça kötü olan kimse.


İçi erimek: Çok fazla üzülmek, kaygılanmak.


İçi geçmek: Bir nedenden dolayı gücü azalmış kimse. Hiçbir şeye ilgi duymayan kişi.


İçi gitmek: Çok aşırı bir istek duymak.


İçi hop etmek: Bir anda heyecanlanmak.


İçi içine sığmamak: Çok sevinçli olmak, bu sevincini belli ettirmek.


İçi kabarmak: Aşırı duygusal bir durum yaşayıp bundan ötürü ağlamak.


İçi kan ağlamak: Kimseye sezdirmeden üzülmek, aşırı üzülmek.


İçi kazınmak: Çok acıktığı için midesinde eziklik duymak.


İçi parçalanmak: Bir kimse için çok acı duymak, aşırı üzülmek.


İçi rahat etmek: Kaygılanacak bir durum olmadığını öğrenip sıkıntıdan kurtulmak, oldukça rahatlamak.


İçi sızlamak: Acı duymak, üzülmek.


İçi tez: Tez canlı aceleci kimse.


İçi titremek: Büyük bir arzu duymak.


İçi yanmak: 1. Çok susamak. 2. Aşırı derecede üzülmek.


İçinden gülmek: Birisine sezdirmeden çaktırmadan içten içe gülmek, sevinmek.


İçinden okumak: Dudaklarını hareket etmeden ses çıkarmadan okumak.


İçinden pazarlıklı: Kötü düşünceli olup da yapacağı kötülükleri kimseye sezdirmeyen.


İçine atmak: Üzüntüsünü, derdini kimseye söylememek, onu içinde tutmak.


İçine çekilmek: Yalnızlığa gömülmek, çevredeki insanlarla irtibatını kesmek.


İçine dert olmak: Çok istekli olduğu bir şeyi yapamadığı için kaygılanıp bundan büyük üzüntü duymak.


İçine doğmak: Sezinlemek.


İçine işlemek: Bir sözün, davranışın kişiyi derinden etkilemesi, kalıcı etki bırakması.


İçine kapanmak: Duygularını kimseye açmayan.


İçine kurt düşmek: Kuşkulanmak.


İçine sindirmek: Bir şeyi tam olarak benimsemek, kabul etmek.


İçine sinmemek: Tadına varmamak.


İçine yedirememek: Bir şeyi bir türlü kabul edememek, benimsememek.


İçini açmak: Derdini, sırrını biriyle paylaşmak, anlatmak.


İçini bir kurt yemek: Devamlı olarak bir kaygı taşımak.


İçini boşaltmak: Sitemini söylemek, derdini, sıkıntısını birilerine açmak.


İçini dökmek: Birilerine dert, üzüntü ve sıkıntılarını paylaşmak.


İçini kemirmek: Bir üzüntüden rahatsızlık duymak.


İçler acısı: Çok acıklı olay veya durum.


İçli dışlı olmak: Sıkı fıkı, teklifsiz olmak.


İçtikleri su ayrı gitmemek: Çok samimi, her şeyi birbirleriyle paylaşan, sıkı fıkı kişiler.


İdare etmek: 1. Bir yeri yönetmek. 2. Göz yummak, hoş görmek.


İflahım kesmek: Gücünü tüketmek, belini kaldıramayacak hale gelmek.


İfrata kaçmak: Bir şeyde aşırı gitmek.


İfrit olmak: Çok fazla öfkelenmek, kendini kaybedecek kadar sinirlenmek.


İğne atsan yere düşmez: Çok kalabalık olan yer.


İğne ile kuyu kazmak: Bir işi meydana getirmeye çalışırken araç-gerecin yetersizliğinden o işi ağır ve güç yürütmek. Olmazı yapmaya çalışmak.


İğne ipliğe dönmek: Çok zayıflamak.


İğneli söz: Kırıcı, dokunaklı, üzüntü verici söz.


İhtimam göstermek: Özen göstermek.


İki arada bir derede kalmak: Çok zor bir durum yaşamak, sıkışıp kalmak.


İki ayağını bir pabuca sokmak: Bir işin yapılmasını dar bir zamanda isteyip yapacak olanı zor, sıkışık bir duruma sokmak.


İki cihanda yüzü ak olmak: Yaşantısıyla, dürüstlüğüyle hem bu dünyada hem de diğer dünyada mutlu olmak, karşılığını görmek.


İki çift laf etmek: Bir şey hakkında biraz konuşmak.


İki dirhem bir çekirdek: Özenli, düzgün giyinmiş kişi.


İki eli kanda olsa: En zor şartlarda, imkânsızın olduğu zamanlarda bile.


İki eli yakasında olmak: Birinden hesap sormak.


İki gözü iki çeşme: Gereğinden fazla ağlamak.


İki paralık etmek: Onurunu, değerini düşürmek. Birinin onuruyla alay etmek.


İki sözü bir araya getirememek: Duygu ve düşüncelerini düzgün bir şekilde anlatamamak. İletişimde problem yaşamak.


İki yakası bir araya gelememek: Geçim sıkıntısı çekmek.


İkide bir ikide birde: Sık sık.


İkili oynamak: İki yüzlü davranmak. Her iki tarafa da hoş, şirin görünmek. Her iki tarafın da adamı olmak.


İleri geri konuşmak: Yaralayıcı, kırıcı, gereksiz konuşmak. Konuşmasıyla birilerini üzmek.


İleri gitmek: Söz ve davranışlarıyla ölçüyü kaçırmak, normalin dışına çıkmak. Haddini bilmemek.


İliğine kemiğine işlemek: Bir şeyden oldukça etkilenmek.


İliğini kurutmak: Canından bezdirmek.


İlk göz ağrısı: Kişinin ilk sevgilisi veya ilk çocuğu.


İmam kayığı: Tabut


İmana gelmek: Sonunda yanlışı terk edip doğru yola gelmek. İslam dinini kabul etmek.


İmanı gevremek: Çok yorulmak veya çok sıkıntı çekmek.


İmiğine sarılmak: Bir kimseyi bir iş için fazlaca sıkıştırmak.


İn cin top oynuyor: Issız, kimsenin olmadığı yer.


İnce eleyip sık dokumak: En küçük ayrıntılarına kadar hiçbir açık bırakmadan bir şeyi incelemek.


İncir çekirdeğini doldurmaz: Önemsiz şey, oldukça küçük olan.


İnme inmek: Vücudun bir tarafının işlevini yitirmesi, duyarsız hale gelmesi. Felç olmak.


İnsan eti yemek: Birilerini her yerde çekiştirmek, gıybet etmek. Yüzüne söylediğinde hoşa gitmeyen bir şeyi kişinin arkasında söylemek.


İnsan sarrafı: İnsanları iyice tanıyabilen kimse.


İnsanlıktan çıkmak: Bir insana yakışmayacak hal ve hareketlerde bulunmak. İnsana ait özellikleri sergilememek.


İnzivaya çekilmek: Dünya işleriyle uğraşmamak, bir köşeye çekilmek.            


İpe çekmek: Birini asmak, onu idam ederek onun hayatına son vermek.


İpe sapa gelmez: Tutarsız, mantık dışı söz, konuşma.


İpe un sermek: Birtakım bahaneler ileri sürerek istenilen işi yapmaktan kaçınmak.


İpi koparmak: Biriyle olan anlaşmazlığı daha da artırıcı hal ve hareketlerde bulunmak. İşi çözümsüzlüğe sokmak.


İpi sapı yok: Çelişki içeren, saçma sapan, gereksiz, yersiz olan.


İpin ucunu kaçırmak: Ölçüyü aşarak bir işi çıkmaza sokmak. 


İpiyle kuyuya inilmez: Birinin güvenilecek kendisine itibar edilecek hiçbir tarafının olmaması.


İple çekmek: Bir şeyin gerçekleşmesini çokça arzulamak, zamanın gelmesine neredeyse tahammül edememek.


İpliğini pazara çıkarmak: Birinin kötü tarafını ortaya çıkarmak.


İpucu vermek: Aranan bir şeyi bulmak için ona işaret, belirti, ışık olan her şey.


İsabet etmek: Yerinde iş görmek veya bir şeyin kişiye olumlu anlamda denk gelmesi, kişiyi bulması.


İsim yapmak: Tanınmak, ün yapmak.


İsmi var, cismi yok: İsmi olmasına karşın verilen işi, görevi yerine getirmeyen veya sözü edilen kişinin sadece isminin olması.


İster istemez: Kişinin elinde olmadan zorla, zoraki yapılan.


İstifini bozmamak: Aldırış etmeyip durum ve davranışını değiştirmemek


İş ayağa düşmek: Bir işin sorumluluk sahibi olmayan, beceriksiz, pısırık kimselerin elinde olması.


İş başa düşmek: Kendi işini kendi görmek zorunda kalmak.


İş çatallanmak: Bir işin sonuçlanması için türlü türlü zorluklarla karşılaşmak.


İş çığrından çıkmak: Bir şeyin düzeltilmesinin güç bir hal alması.


İş görmek: İş yapmak. 


İş inada binmek: Bir şeyi yapmamakta ısrar etmek.


İş işten geçmek: Bir iş için uygun olan zamanı, fırsatı kaçırmak.


İş sarpa sarmak: İşe engel çıkarmak.


İşe koşmak: Kişiyi bir iş yapmak için bir yere göndermek, görevlendirmek.


İşi ağırdan almak: Bir işi yapmakta oldukça isteksiz, moralsiz görünmek. O işi yapmayı ağırlaştırmak.


İşi Allah'a kalmak: İnsanların yapabileceği yardımdan tamamen umudu kesmek. Çok zor bir durumda kalan kişiler için kullanılır.


İşi azıtmak: Bir işi yapmak için yanlış veya aşırı bir yola başvurmak, o yola sapmak.


İşi başından aşmak: Çok fazla işi olan kimse. İşlerin içinde neredeyse kaybolmak.


İşi bitmek: Kişinin artık güç ve takatinin bir şey yapmaya elverişli olmaması. Fiziken ve ruhen tükenmesi.


İşi duman olmak: İşinin oldukça kötü olması, çok berbat bir hal alması.


İşi düşmek: Birinin yardımına, rehberliğine gereksinim duymak.


İşi iş olmak: İşi yolunda gitmek, bu vesileyle kendini mutlu hissetmek.


İşi oluruna bırakmak: Yapmakta olduğu bir işi zamana, normal seyrine bırakmak.


İşi sıkı tutmak: Belirli bir disiplinle ve kurallar ölçüsünde iş yapmak, işe gereken özen ve itinayı göstermek.


İşi tatlıya bağlamak: İşi memnuniyet verici bir çözüme ulaştırmak.


İşi tıkırında olmak: İşin çok iyi olması, çok uygun bir yolda devam etmesi.


İşi yokuşa sürmek: Bir işi yapmamak için türlü türlü bahaneler öne sürmek, güçlükler çıkarmak. Olur olmaz şeyleri denemek.


İşin rengi değişmek: Durumun başka bir şekle bürünmesi, nitelik değiştirmesi.


İşinden olmak: İşini kaybetmek. Yaptığı işin, görevinin sonunun gelmesi.


İşini bilmek: Nereden çıkarının olduğunu bilmek.


İşkembeden atmak: Bir karşılığı olmayan sözler söylemek, uydurmak.


İşporta mal: Değeri, niteliği düşük mal.


İşten el çektirmek: Bir kimsenin işine son vermek.


İt kopuk: Aşağılık, soyu sopu olmayan kişi.


İt sürüsü kadar: Çok fazla, oldukça kalabalık topluluk.


İte kaka: Binbir güçlükle, zor bela.


İtibar kazanmak: Bir kişinin değerinin artması, saygınlık uyandırması. Güvenilecek bir kişi olması.


İtibardan düşmek: Saygınlığını kaybetmek.


İtimadı sarsılmak: Birinin kendisine olan güveninin azalması, yok olması.


İtimat beslemek: Birine güven duymak.


İyi etmek: Birini hastalıklardan kurtarıp sağlığına kavuşturmak.


İyi gelmek: Sağlığına kavuşmasına neden olmak.


İyi gözle bakmamak: Birisi hakkında olumlu düşüncelere sahip olmamak, ona güvenmemek.


İyi gün dostu: Dostlarına sadece iyi günlerinde yakınlık gösteren kimse.


İyi kalpli: Başkaları için hep iyilik düşünen.


İyi saatte olsunlar: Cinler, periler için kullanılır.


İzi silinmek. Ortadan kaybolup yok olmak. Hiçbir işaret ve delil bırakmamak.


İzinde yürümek: Başkasının yaptığını yapmak. Onun yolunu takip etmek.


İzzeti nefsine dokunmak: Onuruna dokunmak, kabul edememek.


DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A  -  B  -   C  -  Ç  -  D  -  E  -   -    -  H   -  I   -  i  -  k -  l  m  -   -  o  - ö  -   -   r  -  s  -  ş  -  t  -  u  -  ü  -   v  -   y  -   z