E harfi ile başlayan deyimler

DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A  -  B  -   C  -  Ç  -  D  -  E  -   -    -  H   -  I   -  i  -  k -  l  m  -   -  o  - ö  -   -   r  -  s  -  ş  -  t  -  u  -  ü  -   v  -   y  -   z


 Ecel aman verirse: `ömür yeterse, ölmezsem` anlamında kullanılan bir söz.


Ecel beşiği: Kişinin her an üzerinden aşağı yuvarlanabileceği tehlikeli yerler.


Ecel şerbeti içmek: Ölmek.


Ecel teri dökmek: Aşırı korkmak, korku ve bunalım içerisinde olmak.


 Ecelden aman olursa: Eğer ölmezsem onu yapacağım, anlamında.


Eceli gelmek: Kişinin hayatının sona ermesi.


Eceline susamak: Ölümüyle sonuçlanabilecek tehlikeli hal ve hareketler sergilemek.       


Eciş bücüş: Çirkin görünüşlü.


Edebini takınmak: Oldukça terbiyesiz bir durumdan terbiyeli duruma geçmek.


Edebiyat yapmak: Bir konuda gereğinden fazla konuşmak.


Edi ile Büdü: Birbirinden hiç ayrılmayan sevimli kafa dengi kişiler.


Efkâr dağıtmak: Üzüntüsünü ortadan kaldırmak, uzaklaştırmak.


Efradını cami, ağyarını mani: `ne eksik ne fazla, eksiği artığı olmayan` anlamında kullanılan bir söz. 


Eğri büğrü: Düzgün olmayıp standartların dışında olan.


Eğri gemi doğru sefer: Kullanılan araç yetersiz olsa da isteğe uygundur.


Eğri gözle bakmak: Kötü düşünce ile birine yanaşmak, bakmak.


Eğri oturup doğru konuşalım: Her koşul altında doğru söyleyelim.


Ehven-i şer: Kötünün iyisi


Ekalliyette kalmak: Azınlıkta kalmak.


Ekli püklü: Her tarafı yamalı olan, düzensiz.


Ekmeği bütün: Kimseye el açmayan, kazancı kendine ancak yeten kimse.


Ekmeği dizinde: Terbiyesiz, nankör kimse.


Ekmeği ile oynamak: Birinin geçim kaynağını elinden almak.


Ekmeğinden etmek: Birini işinden atmak.


Ekmeğine yağ sürmek: İstemediği halde birinin işine yarayacak bir şey yapmak.


Ekmeğine kuru, ayranına duru mu dedik: Sana, zoruna gidecek bir şey mi söyledik.


Ekmeğine yağ sürmek: Birine faydası olan bir eylemde bulunmak.


 Ekmeğini çıkarmak: Geçimini sağlayacak kadar kazanç sağlamak.


Ekmeğini eline almak: Geçimini kendi sağlayacak duruma gelmek.


Ekmeğini kazanmak: Geçimini sağlamak için para kazanmak.


Ekmeğini taştan çıkarmak: Geçimini sağlamakta pek becerikli olmak.


Ekmeğini yemek: Birisinin yanında çalışarak, geçimini sağlamak.                 


Ekmeğiyle oynamak: Bir kimsenin işini kaybetmesine sebep olmak.


Ekmek aslanın ağzında: Bir iş bulmak kolay değil anlamında.


Ekmek elden su gölden: Başkasının kesesinden bol bol yiyip içmek.


Ekmek kapısı: Kişinin geçim sağladığı yer.


Ekmek kavgası: Geçim için verilen mücadele.


Ekmek parası: Geçinmek için kazanılan para.


Eksik gedik: Ufak tefek basit ihtiyaçlar.


Eksik olma: 'var ol, sağ ol!' anlamında kullanılan bir söz.


Ekşi yüz: Asık süratlı yüz.




El açmak: Dilenmek, birisinin yardımını almak için ona yalvarmak.


El altında: Hazır.


El altından: Gizlice.


El atmak: 1) Birisinin işine karışmak, müdahale etmek  2) Bir işe girişmek, teşebbüs etmek 3) Sarkıntılık etmek 4) Yardım etmek, ilgilenmek.       


El ayak çekilmek: Ortalıkta kimsenin olmadığı, ıssızlığın ve sessizliğin olduğu yer.


El bağlamak: Saygı göstermek için ellerini göbeğinin üstüne kavuşturup durmak.


El basmak: Kutsal kitaplardan biri üzerine el koyarak and içmek.


El bebek, gül bebek: Nazlı, şımarık.


El çabukluğu: İşi çabuk bir biçimde yapma ustalığı.


El çekmek: Vazgeçmek.


El çektirmek: Birini görevinden uzaklaştırmak.


El çırpmak: Alkışlamak.


El değiştirmek: Bir şeyin durumunun birinden bir başkasına geçmek.


El değmemiş: Hiç dokunulmamış, kullanılmamış.


El elde baş başta: Elde bulunan her şeyin tükendiğini anlatan bir söz


El ele: Bir şeyi birlikte, iş birliği ile yapmak.


El ele vermek: Güçleri birleştirip iş birliği yapmak.


El eliyle yılan tut, onu da yalan tut: Kişi kendi işini kendisi yapmalıdır.


El emeği: El ile yapılan işe harcanan emek.


El ense etmek: Elini yarışmacının ensesine atıp onu çekmek.


El ermez, göz görmez: Bulunduğu yerden çok uzak olmak.


Elini eteğini çekmek: Bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmamak, dünya işleriyle ilgilenmez olmak


El etek öpmek: Birine hoş görünmeye, yaranmaya çalışmak.


El etmek: Birine "gel" anlamında el sallamak.


El kadar: Küçük, çok küçük.


El kaldırmak: 1) oy verdiğini veya söz istediğini elini kaldırarak belirtmek; 2) birine, bir şeye vurmaya kalkışmak


El kapısı: Yabancı kişilerin yeri


El kiri: Kolayca vazgeçilir, atılır (şey).


El koymak: Bir oluşumu bir şeyi kendi buyruğu altına almak.


El oğlu: Yabancı kimse, başkaları.


El ovuşturmak: Birinin karşısında saygılı bir durumda beklemek.


El pençe divan durmak: Birinin huzurunda hazır olarak beklemek.


El sıkmak: Selamlaşmak amacıyla birinin elini tutmak.


El sürmemek: Hiç dokunmamak, hiç değmemek.


El şakası: Birine el ile yapılan ilişme neticesinde onu tedirgin etmek. Güldürmek ya da kızdırmadan tedirgin etmek için bir kimseye elle ilişmek.


El ulağı: Çok önemli bir iş yapan kişinin küçük işlerde kullandığı yardımcı.


El üstünde tutmak: Bir kimseye çok saygı duymak ve sevgi göstermek.


El vurup etek silkmek: Uğraştığı bir işi kesin bir şekilde bırakmak.


El yatkınlığı: Bir işe eli alışmış olan.


El yordamıyla: Ellerini kullanarak bir şeyi bulmaya çalışmak.


Elde avuçta bir şey bırakmamak: Mal mülkü tüketmek. Ham vurup harman savurmak.


Elde avuçta bir şey kalmamak: Parası, malı, mülkü ne varsa tüketmek.


Elde bulunan: Hazırda olan, var olan.


Elde etmek: Bir şeye sahip olmak.


Elde kalmak: Bir malın satılmayıp geride kalan kısmı.


Elden ağza yaşamak: Kazandığının ancak günlük harcamasına yetmesi.


Elden ayaktan düşmek: Hastalık veyahut yaşlılıktan iş yapamaz duruma gelmek.


Elden ayrıksı: Başkasına benzemeyen, herkesten ayrı hareket eden.


Elden çıkarmak: Bir şeyi satmak, başka birine vermek.


Elden çıkmak: Bir malın kişinin malı olmaktan çıkması.


Elden ele: Bir kişiden diğer kişiye.


Elden ele dolaşmak: Bir şeyin pek çok kişi tarafından kullanılması.


Elden geçirmek: Ele alıp muayene etmek, onarmak, temizlemek.


Elden geldiği kadar: Gücü yettiği ölçüde.                                                             


Elden gitmek: Bir şeyi kaybetmek.


Elden kaçırmak: Bir şeye sahiplenme fırsatını kaçırmak.


Elden ne gelir: Yapılacak hiçbir şey kalmamak.


Ele almak: Bir şeyi incelemek, araştırmak, onun üzerinde çalışmaya başlamak.


Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, baskı altına alınmamak.                            


Ele geçirmek: Bir şeye sahip olmak veya kaçan birini yakalamak.


Ele geçmek: Elde etmek.


Ele gelmek: El ile tutulabilir olmak.


Ele güne karşı: Dostları üzmemek, düşmanları sevindirmemek.


Ele verir talkını, kendi yutar salkımı: Etrafındakilere iyi olmaları yönünde nasihatler verdiği halde kendisi bunların hiçbirine uymaz.


Ele vermek: Suçlu kimseyi haber verip yakalatmak.


Eleğim var sacım var, komşuya ne borcum var: Kimseden yardım isteme ihtiyacı duymuyorum. Kendi imkanlarım bana gayet yeterli geliyor.


Elekten geçirmek: Çok iyi bir inceleme neticesinde iyiyi ve kötüyü ayırmak.


Eli açık: Cömert kişi.


Eli ağır: 1. Yavaş iş gören. 2. Vurduğu vakit çok acıtan (kimse).


Eli ağzında kalmak: Şaşırıp ne yapacağını bilememek.


Eli alışmak: Bir işte ustalaşmak.


Eli ayağı buz kesilmek: Korku ve heyecandan ne yapacağını bilememek.


Eli ayağı dolaşmak: Heyecandan ne yapacağını şaşırmak.


Eli ayağı tutmak: Bir işi yapabilecek güçte olmak, vücut gücü yerinde olmak.


Eli bayraklı: Kavgacı, edepsiz kişi.


Eli bol: Çok parası olan kimse.                                                                            


Eli boş dönmek: Umduğunu almadan geri dönen.


Eli boş olmak: İlgili zamanda herhangi bir işi olmamak.


Eli böğründe kalmak: Çaresiz duruma düşmek.


Eli cebine varmamak: Parasını harcamaya kıyamamak.                                    


Eli çabuk: Çabucak iş gören.


Eli darda: Geçimini karşılayacak parası olmayan.


Eli ekmek tutmak: Geçimini kendi kazancıyla sağlayacak bir duruma gelmek.


Eli ermemek: Uzakta olduğu için yetişememek.


Eli geniş: Cömert kişi.


Eli hafif: Acıtmadan iğne yapan dişçi, diş teknisyeni, hemşire, doktor.


Eli işe yatmak: Bir işi yapabilecek el becerisine sahip olmak.


Eli işte gözü oynaşta: İş yapar gibi görünüp aklı başka yerde olmak.


Eli kalem tutmak: Duygu ve düşüncelerini güzel bir ifade ile yazabilmek.


Eli kolu bağlı olmak: Bir engel dolayısıyla hiçbir iş yapamaz hale gelmek.


Eli koynunda: İşsiz olan ve aynı zamanda çaresiz olan kimse.


Eli kulağında: Nerede ise olacak, pek yakında olması beklenilen (şey).



Eli mahkûm: Bir işi yapmaktan başka çaresi olmamak.


Eli maşalı: Şirret, edepsiz (kadın).


Eli olmak: Bir işe adı karışmak.


Eli para görmek: Para kazanmak.


Eli sıkı: Cimri.


Eli sopalı: Zorba.


Eli uz: Becerikli, usta kimse.


Eli varmamak: Bir işi yapmaya gönlü razı olmamak.                                                 


Eli yatkın: Becerikli, maharetli kimse.


Eli yüreğinin üstünde olmak: Kötü bir şey olacak diye sürekli kaygılanmak.


Elifi elifine: Gerçekle aynı, tıpatıp, tam uygun.


Elifi görse mertek sanır: Okuma yazması olmayan kişiler için kullanılır.


Elifi yüzünde, ekmeği dizinde: Utanmaz, terbiyesiz bir şekilde cevap veren.


Elinde kalmak: Bir malı, şeyi elinden çıkaramamak.


Elinden almak: Sahip olduğu bir şeyden birini mahrum bırakmak.


Elinden bir iş gelmemek: Hiçbir iş yapamamak.


Elinden bir kaza çıkmak: İstemeyerek birisine zararı dokunmak.                     


Elinden bir şey gelmemek: Olanaksızlıktan birine yardımcı olamamak.


Elinden düşürmemek: Sürekli bir şekilde ilgilenmek.


Elinden geleni ardına koymamak: Elinden ne gelirse yapmak.


Elinden gelmek: Bir şeyi yapabilme gücüne sahip olmak.


Elinden hiçbir şey kurtulmamak: Her şeyi yapabilecek yetenekte olmak.


Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş yapamamak, yavaş iş yapan.


Elinden kabuklu koz yenmez: Oldukça pis ve temizlik bilmez biri olmak.


Elinden tutmak: Yardım etmek, kayırmak.


Eline bakmak: Birinin ancak yardımı ile geçinebilmek.


Eline düşmek: Birine muhtaç duruma düşmek.


Eline sağlık: Yaptıkların için teşekkür ederim, anlamında.


Eline su dökemez: Senin yaptıklarını asla yapamaz.


Elini ayağını kesmek: Artık gelmemek, uğramaz olmak.


Elini cebine atmak: Bir şeyde ödemeyi yapmaya çalışmak.


Elini çabuk tutmak: İşi bir an evvel yapmaya çalışmak.


Elini eteğini çekmek: Uzun zaman yapageldiği bir işten çekilmek.


Elini kana bulamak: Bir kimseyi yaralamak veya öldürmek.


Elini kolunu bağlamak: Hiçbir şey yapamaz hale getirmek.


Elini kolunu sallaya sallaya gelmek: Bir şeyden başarı elde etmemek, hiçbir hediye getirmemek.


Elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak: Hiçbir şey yapmamak.


Elini uzatmak: Birine yardım etmeye çalışmak.


Elini vicdanına koyarak söylemek: Bir şeyi tarafsızca adil bir şekilde dile getirmek.


Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Bilmediği, anlamadığı işleri yapmaya koyulmak.


Elle tutulur gözle görülür: Çok belirgin bir şekilde açık olan.


Eller iyisi, evler ağısı: Yabancının işine koşar fakat yakınlarına yardımı dokunmaz.


Elleri nasır bağlamak: Ellerini ağır işlerde uzun süre kullanmış olmak.


Eliyle koynunun arası kırk yıllık yol: Çok fazla cimri kimse.


Emeği geçmek: Bir işin yapılmasında çalışmış olmak.


Emeği sağdıç emeğine dönmek: Verdiği emeğin boşa gitmesi.


Emek vermek: Çok ve özenli çalışmak.


Emir büyük yerden gelmek: Hatırı sayılır kimseden gelen emir.


Emir kulu: Başkasının boyunduruğu altında yaşayan kimse.


Emret fındık kabuğuna gireyim: Emrinizi en zor şartlar altında yerine getireyim anlamında.


Emrine girmek: Birinin boyunduruğuna girmek.


Endazeye gelmemek: Ölçülememek.


Endazeye vurmak: Bir şeyi hesaplamak, onu ölçmek.


Eni konu: Her açıdan. 


Eninde sonunda: Bir işin en sonunda.


Enine boyuna: Bütün ihtimalleri göz önünde tutan.


Ense yapmak: Hiçbir şekilde bir iş yapmamak.


Ensesi kalın: Parası çok, varlıklı kimse.


Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp eziyet etmek, tedirgin olmasına yol açmak.


Ensesine binmek: Bir şeyi birine yaptırmak için sürekli olarak birini baskı altında tutmak.


Ensesine yapışmak: Bir konuda sıkıştırmak. 


Ensesini kaşımak: Ne yapacağını bilmediği için kötü kötü düşünmek.


Entrika çevirmek: Hile yaparak amacına ermeye çalışmak, dolap çevirmek.


Er geç: Her şart altında yapılacak, anlamında.


Erzurum'un soğuğu gelin beni Gerede'de bulun: Gerede de Erzurum gibi soğuktur.


Es geçmek: Bir kişiyi dikkate almamak.


Esamisi okunmamak: Artık adı geçmemek, adı okunmamak.


Esip savurmak: Öfke ile atıp tutmak.


Eski çamlar bardak oldu: Eski tutum ve alışkanlıkların bu devirde artık bir hükmü yok, anlamında.


Eski defterleri karıştırmak: Eski şeyleri bir nedenden bir şekilde yeniden gündeme getirmek.


Eski hamam eski tas: Hiçbir şey değişmemiş, her şey eskisi gibi.


Eski kafalı: Yeniliğe kapalı, yaşayış ve düşünce itibariyle eskiye bağlı olan.


Eski köye yeni adet: Her şeyiyle eskiyi yaşayan bir köye yeni adet getirmek.


Eski kurt: Oldukça tecrübeli, mesleğinde itibar sahibi, her şekil hile ve düzenbazlıkları anlayan kişiler.


Eski püskü: Çok fazla eskimiş olan.


Eski toprak: Yaşlılığına rağmen gücünü, direncini, dinçliğini kaybetmemiş olan.


Estek köstek: Bazı bahaneler öne süren, sürekli bir bahane bulan.


Eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek: Kızdığı kişiye gücü yetmediği için onun emrinde olanlara zarar vermeye çalışmak.


Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşin güvenliğini sağlayacak önlemler almak.


Eşek kadar: Oldukça iri, aşırı derecede gelişmiş olan.


Eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır: Hiçbir gelişme ve ilerlemenin olmaması, bir şeyin olduğu gibi devam etmesi.


Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Adamakıllı dövmek.


Eşek şakası: Ağır el şakası.


Eşiğine yüz sürmek: Hatırı sayılır kişilerin önünde eğilmek, onlara yalvarmak.


Eşiğini aşındırmak: Bir işi yaptırmak amacıyla bir yere ha bire gidip gelmek.


Eşref saati gelmek: Uygun zamanı gelmek.


Et can tutmamak: Hareketli olduğu için kilo almamak.


Et tırnak olmak: Birbirinden kopmamak, oldukça sıkı bir ilişkiye girmek. 


Eteğine yapışmak: Sözü geçer birinden yardım ve himaye istemek.


Etek öpmek: Yaltaklanmak.


Etek silkmek: Birinden tiksinerek ondan uzaklaşan kişi.


Etekleri tutuşmak: Büyük bir telaşa ve kaygıya düşmek.


Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek.


Etle tırnak gibi: Birbirlerine candan bağlı (dostlar için).


Etli butlu: Çok fazla şişman kimse.


Etliye sütlüye karışmamak: Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışmamak.   


Etrafında dört dönmek: Bir isteği elde etmek için birinin yanından ayrılmamak, ona çok fazla ilgi göstermek.


Evin direği: Evin geçimini sağlayan kimse, baba.


Eyere de gelir semere de: Her işe yarar, her şeye fayda sağlar.


Eyvallah demek: Hoş görerek kabul etmek.


Eyvallah etmemek: Birinin yükümlülüğü altına girmemek.


Ezbere iş görmek: Gelişigüzel programsız iş yapmak.


Ezilip büzülmek: Zor bir duruma düştüğünü davranışlarıyla belli ettirmek.


DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A     B      C     Ç     D      E           H     I     i    k    l     m        o   ö        r    s    ş    t    u    ü     v     y     z