D harfi ile başlayan deyimler

DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A  -  B  -   C  -  Ç  -  D  -  E  -   -    -  H   -  I   -  i  -  k -  l  m  -   -  o  - ö  -   -   r  -  s  -  ş  -  t  -  u  -  ü  -   v  -   y  -   z


Dağ devirmek: Çok zor görünen işleri başarmak.


Dağ doğura doğura fare doğurdu: Çok büyük bir beklentinin çok küçük bir şeyle sonuçlanması.


Dağa çıkmak: Yerleşik düzene karşı çıkılarak eşkıyalık yapmak.


Dağa kaldırmak: Bir nedenden birini zorla ıssız bir yerde alıkoymak.


Dağarcığına atmak: Yeni bilgileri zihne yerleştirmek.


Dağdan gelip bağdakini kovmak: Sonradan bir yere gelen birinin eskiden beri orada bulunan birinin yerini haksız bir şekilde almaya çalışması.


Dağlara düşmek: Bir sorun, sıkıntı, üzüntü nedeniyle kaçıp ıssız bir yerde yaşamaya başlamak.


Dağları devirmek: Çok büyük güçlüklerin altından kalkmak.


Dal budak salmak: Birçok koldan yayılıp genişlemek.


Dalavere çevirmek: Hile ve dolanbazlıkla birini kandırmak.


Daldan dala konmak: Çok sık bir şekilde konuyu değiştirmek.


Dalga geçmek: Bir şeyi dikkate almamak, onun üzerinde kafa yormamak.


Dallanıp budaklanmak: Bir iş, konu ya da durumun yayılıp genişlemesi, karışık bir hal alması.


Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayla: Konu ile ilgisi olmayan saçma sapan sözler anlamında.


Dama taşı gibi oynatmak: İlgili kişilerin sürekli olarak görev yerlerini değiştirmek.


Damağına tat değmek: Yaptığı, uğraştığı işten bir kazanç sağlamak. Yaptığı işten kazanç görmüş olmak.


Damarına basmak: Birini öfkelendirecek bir davranışta bulunmak.


Damarına girmek: Kişinin hoşlanacağı bir şey yapmak veya kendini o kişiye sevdirmek.


Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak.


Damgasını vurmak: Biri hakkında kötü bir yargıya varmak veya bir şeyde ağırlığı ön plana çıkmak.


Dandini bebek: Avutulan bebek durumundaki kişi.


Dananın kuyruğu kopmak: Beklenen sonucun gerçekleşmesi.


Danışıklı dövüş: Önceden aralarında anlaşan kişilerin bu anlaşmayı yokmuş gibi kabul ederek başkalarını aldatmaları.


Dar gelirli: Geçim sıkıntısı olan kimse. Gelir kaynakları sınırlı olan.


Dar kafalı: Anlayışı, sezgisi, kavrayışı az, kıt olan kimse.


Dara düşmek: Para, geçim sıkıntısına düşmek.


Darda kalmak: Zor duruma düşmek.


Davul çalmak: Bir şeyi herkesin işitebileceği şekilde ortalığa yaymak.


Davul çalsan işitmez: Duymanın ve duyarsızlığın en üst seviyede olması anlamında.


Dayısı dümende olmak: İş başında, üst makamlarda kendisine yardım edecek birinin olması.


Dediği dedik: Her istediğini yaptıran.


Defterden silmek: Biriyle arasındaki yakınlığa son vermek.


Defteri dürülmek: İşten uzaklaştırılmak.


Defteri kapamak: Söz konusu işi yapmaz olmak.


Değirmenin suyu nereden geliyor: İşin yürütülmesi için gereken para ve sermayenin geldiği yer. O işi besleyen ana kaynak.


Değiş tokuş: Bir şeyi verip yerine başka bir şey almak.


Deli divane olmak: Bir kimseyi aşırı bir şekilde sevmek.


Deli fişek: Şımarık, delice işler yapan.


Deliğe tıkmak: Tutuklayıp hapse koymak.


Deliksiz uyku: Çok rahat ve uzun süren uyku hali.


Dem vurmak: Bir konudan söz etmek.


Demir almak: Yola çıkmak, bir yerden ayrılıp başka yere gitmeye hazırlanmak.


Demir atmak: Bir yerde çok uzun bir süre kalmak.


Demokles'in kılıcı gibi: Sürekli olan bir tehdit ve şantaj.


Deniz kenarında kuyu kazmak: Bir şeyi kolayca elde etme imkânı varken zor yolları seçmek.


Deniz kurdu: Deniz konusunda usta olan tecrübeli kimse.


Denizde balık: Ele geçmesi oldukça zor olan şey.


Denizde kum onda para: Çok fazla parası olmak.


Denizden çıkmış balığa dönmek: Yeni bir ortama, duruma alışmakta zorlanmak, büyük şaşkınlık yaşamak.


Denize girse topuğu ıslanmaz: Çok tehlikeli olan işlerde dahi zarar görmeden çıkar.


Derdine düşmek: Bir soruna, bir şeye çözüm yolu bulmaya çalışmak.


Derdini deşmek: Birinin var olan bir derdinden bahsetmek, onun yeniden üzülmesine neden olmak.


Derdini dökmek: Derdini en ayrıntısına kadar anlatmak.


Derdini Marko Paşa'ya anlatmak: Derdini dinleyecek üzülecek kimse yok anlamında.


Dereden tepeden konuşmak: Rastgele, havadan sudan konuşmak.


Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken bir şeye hazırlık yapmak.


Derisine sığmamak: Çok kibirlenmek, böbürlenmek, şeytani gurur.


Derli toplu: Bir şeyin parçalarının bir arada olması, darmadağın olmaması.


Derme çatma: Yeterince vakit ayrılmamış, özensizce yapılmış.


Dert ortağı: Aynı sorunu yaşayan kişilerden her biri.


Dert yanmak: Bir kişiye sızlanarak derdini anlatmak.


Dertsiz başını derde sokmak: Hiç gerek yokken üzüntü veren bir işe girişmek.


Deve kini: Kolay kolay geçmeyen sürekli olan unutulmayan kin.


Deve kuşu gibi: Sorunların üstüne gideceğine sorunları görmezlikten gelen onlara gözünü kapayan.


Deve nalbanta bakar gibi: Yadırgadığı bir şeye bakarcasına.


Devede kulak: Tümüne göre çok ufak bir parça.


Deveye boynun eğri demişler nerem doğru ki demiş: Bir işin her tarafında bir sorunun olması. Hiç doğru bir tarafının olmaması.


Deveye hendek atlatmak: Kişiye olmayacak veya olması çok zor bir iş yaptırmaya çalışmak.


Deveyi düze çıkarmak: Zorlukları ortadan kaldırıp işi yoluna koymak.


Deveyi havutuyla yutmak: Herkesin gözü önünde çok büyük hırsızlık yapmak, kendine menfaat sağlamak.


Devlet kuşu: Hiç umulmadık yerden zenginlik ve mutluluk getiren talih.


Dırdır etmek: Bir şeyi baş ağrıtacak şekilde sürekli söylemek.


Dırıltı çıkarmak: Bir şeyi zora sokarak geçimsizliğe yol açmak.


Dış kapının dış mandalı: Çok uzakta olan yakın kişiler, akrabalar için kullanılır.


Dışı hoca, içi baca: Görünüş ile özü birbiriyle aynı olmayan. Dıştan bakıldığında iyi, temiz ama gerçekte kötü kimse.


Dışı kalaylı, içi alaylı: Şeklen süslü, güzel ama iç tarafı kötü olan.


Dibine darı ekmek: Harcayıp bitirmek.


Didik didik etmek: En küçük ayrıntısına kadar aramak.


Dik dik bakmak: Bir kimseye sinirli bir şekilde bakmak.


Dik kafalı: Büyüklerinin sözlerine uymayan inatçı kimse.


Diken üstünde olmak: Her an makamından yerinden olabilir anlamında kullanılır.


Dikili ağacı olmamak: Mal mülk veya geride bırakacağı hiçbir şeyi olmamak.


Dikine gitmek: Kimseyi dinlemeyen bildiğini okuyan kimse.


Dikiş tuturamamak: Başarılı olamamak.


Dikiz etmek: Birine gizlice bakmak.


Dikte etmek: Birine zorla bir şey kabul ettirmeye çalışmak.


Dil ağız vermemek: Hastanın kendinden geçip konuşamaz bir duruma gelmesi.


Dil çıkarmak: Birisiyle alay etmek.


Dil dökmek: Birini bir şeye ikna etmeye çalışmak.


Dil ebesi: Gereğinden fazla ve esprili bir şekilde konuşan.


Dil otu yemiş: Sürekli ha bire durmadan konuşan.


Dil persengi: Konuşurken sürekli tekrar edilen söz.


Dil uzatmak: Birine, bir şeye aşağılayıcı sözler söylemek.


Dil yarası: Çok ağır ve kişiyi üzen bir sözün gönülde bıraktığı kırgınlık.


Dilden dile dolaşmak: Herkesçe konuşulmak.


Dile düşmek: Hakkında dedikodu çıkmak.


Dile gelmek: Konuşma yeteneği olmadığı halde konuşmak, dillenmek.


Dile getirmek: Bir meseleyi ortaya atmak, açıklamak, anlatmak.


Dili açılmak: Çeşitli nedenlerden konuşamayan birinin bir anda konuşmaya başlaması.


Dili ağırlaşmak: Hastalıktan güç konuşur bir duruma gelmek.


Dili dolaşmak: Korku, heyecan veya bir hastalık nedeniyle şaşırmak, bunu açıkça dile getirip ifade edememek.


Dili döndüğü kadar: Anlatma imkânı elverdiği şekilde.


Dili dönmemek: Bir sözü doğru söyleyememek, düzgün telaffuz edememek.


Dili güllü: Dili tatlı olan.


Dili tutulmak: Bir sebepten konuşamaz duruma gelmek.


Dili uzamak: Haddini bilmeden konuşmak.


Dili uzun: Kişileri incitecek, kıracak sözler söyleyen.


Dili varmamak: Bir şeyi söylemeye bir türlü gönlü razı olmamak.


Dili zifir: Kişileri inciten sözler söyleyen kişilere söylenir.


Dilimin ucunda: Çok iyi bilindiği halde bir şeyin bir türlü anımsanamaması.


Dilin kemiği yok: Kişinin konuşurken hata yapabileceği, yanlış konuşabileceği durumlar için kullanılır.


Dilinde tüy bitmek: Birine yol göstermekten bıkıp usanmak.


Dilinden anlamak: Birinin ne demek istediğini anlamak, duygu ve düşüncelerine anlam verebilmek.


Dilinden düşürmemek: Bir şeyden sürekli bahsetmek. 


Dilinden kurtulamamak: Bir yanlıştan ötürü sürekli olarak eleştiri, sitem, sataşmaya neden olmak.


Diline dolamak: Bir kimseyi durmadan kötülemek.


Diline pelesenk etmek: Bir sözü yerli yersiz tekrarlamak.


Diline yörük: Çok fazla konuşkan kimse.


Dilini bağlamak: Bir kişiyi bir şekilde söz söyleyemez duruma getirmek.


Dilini eşek arısı soksun: Kişinin hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyene karşı söylenilir.


Dilini tutmak: Bir işin sonunu da düşünerek rastgele konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak.


Dilini yutmak: Bir korku ya da şaşkınlık durumunda konuşamaz bir hal almak.


Dilinin altında bir şey olmak: Kişinin sözlerinden açıkça dile getirmediği bir şeyin var olduğunun anlaşılması.


Dilinin ucuna gelmek: Bir şeyi söyleyecek durumdayken söylemekten vazgeçmek.


Dillerde dolaşmak: Her yerde kendisinden veya bir şeyden söz edilmek.


Dillere destan olmak: Bir olayın, durumun halk arasında yayılması, meşhur olmak, duyulmak.


Dilli düdük: Duyduğu her şeyi söyleyen kimse.


Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyisini elde etmeye çalışırken elindekini de kaybetmek.


Dinden imandan çıkmak: Çok sinirlenmek.


Dingo'nun ahırı: Disiplinin olmadığı kimin girip çıktığı belli olmayan yer.


Dini bütün: Çok dindar, dinini tam olarak yaşayan kimse.


Dip doruk: Baştan aşağı, tepeden tırnağa kadar.


Dipsiz kile boş ambar: Para, mal tutamayan bir kişinin durumunu veya verimsiz, sonuçsuz bir şeyi anlatmak amacıyla kullanılır.


Direk direk bağırmak: Yüksek sesle bağırmak.


Dirsek çevirmek: Önceleri birlikte çalıştıkları, çok iyi anlaştıkları kimseleri kendinden soğutacak, uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.


Dirsek çürütmek: Bir uğraş amacıyla çok uzun yıllar çalışmak.


Diskur geçmek: Nutuk çekmek.


Diş bilemek: Kızdığı birine kötülük yapmak için uygun zamanı beklemek.


Diş geçirememek: Gücü yetmemek, birine istediğini yaptıramamak.


Diş gıcırdatmak: Öfke ve kızgınlığını davranışlarına yansıtmak.


Diş göstermek: Gücünü hissettirmek, birini gücüyle bir şekilde tehdit etmek.


Diş kirası: Bir işe verdiği emeğin dışında fazladan elde ettikleri, kazandıkları.


Dişe dokunur: Önemli, hatırı sayılır bir şey yapmak.


Dişinden tırnağından artırmak: Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek biriktirmek.


Dişine göre: Kendi gücüne, kuvvetine, kabiliyetine göre.


Dişini sıkmak: Dayanmak, katlanmak.


Dişini tırnağına takmak: Zorluk ve sıkıntılarla bütün güç ve kuvvetiyle çalışmak.


Dişinin kovuğuna bile gitmemek: Bir yiyeceğin kişi için çok az gelmesi.


Divan durmak: Hatırı sayılır biri karşısında saygı nöbetinde durmak. Onu ayakta elleri göğsü üzerinde bağlı beklemek.


Diyalog kurmak: Karşılıklı olarak konuşmaya başlamak.


Diz çökmek: Teslim olmak, birinin gücünü kabul etmek.


Dize gelmek: Boyun eğmek. 


Dize getirmek: Birine kendi istediği şeyi yaptırmak. Ona boyun eğdirmek.


Dizginini kısmak: Mevcut yetki alanını daraltmak.


Dizginleri ele almak: Bir yerin yönetimini ele geçirmek, orayı yönetmeye başlamak.


Dizginleri salıvermek: Çok sıkı tuttuğu bir yönetimi gevşetmek.


Dizinde oturup sakalını yolmak: Kendine bakan kendisine menfaati olan kimseye kötülük etmek.


Dizini dövmek: Çok pişman olmak.


Dizinin dibinde: En yakınında, hiç ayrılmadan yanında kalmak.


Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman kalmamak, takatsiz olmak.


Dizlerine kapanmak: Kendisini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak.


Dizlerinin bağı çözülmek: Heyecandan, korkudan, yorgunluktan ayakta duramayacak bir duruma gelmek.


Dobra dobra konuşmak: Çekinmeden düşündüklerini olduğu gibi söylemek.


Dobra dobra söylemek: Hiçbir şeyden çekinmeden sözü olduğu gibi açık açık söylemek.   


Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz olmamış bir şey için hazırlık yapmak.


Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Birden fazla işin aynı zamana denk gelip sıkışık bir hal alması.


Dokuz doğurmak: Korkudan veya çok istenen bir şey ha oldu ha olacak diye tasalanmak.


Dokuz körün bir değneği: Yakınlarından birçoğunun kendisinden yardım beklediği kişi.


Dokuz köyden kovulmuş: Çeşitli olumsuz tutum ve davranışlarından dolayı hiçbir yerde tutunamamak.


Dokuz yorgan eskitmek: Ortalamanın üzerinde yaşamak.


Dolaba girmek: Tuzağa düşürülmek.


Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Dar bir çevrede boşuna dolaşıp durmak.


Dolap çevirmek: Hile ile iş yapmak.


Dolma yutmak: Kanmak, aldanmak.


Dolmuş yapmak: Bir meslek, iş edinmek.


Dolu dizgin: Son hızla, çok süratli bir şekilde devam eden şey.


Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılamayacak zor bir durum için kullanılır.


Domuzdan kıl çekmek: Oldukça cimri birinden bir şey alabilmek.


Don gömlek: Bir kişinin üzerinde giysi olarak sadece don ve gömleğinin olması.


Dost kazığı: Birlikte iş görenlerin birbirlerine yanlış yapmaları. Oldukça acı veren durumlar için kullanılan bir deyim.


Dostlar alışverişte görsün: Sırf gösteriş olsun, iş görüyor densin diye.


Dozunu ayarlamak: Ölçülü olmak.


Dökülüp saçılmak: Bir şeye fazla para harcamak.


Döner taşı, öter kuşu olmamak: Mal mülk, evlat gibi hiçbir şeyi olmamak.


Dönüm noktası: Bir şeyin, durumun terk edilip başka bir duruma geçmesi.


Dört ayak üstüne düşmek: Oldukça tehlikeli bir durumdan zarar görmeden kurtulmak.


Dört başı mamur: Her açıdan istenildiği gibi olan.


Dört dönmek: Bir işi yapmak için şaşkınlık ve telaşla sağa sola koşmak.


Dört dörtlük: Tam, hiçbir eksik olmadan.


Dört duvar arasında: Evde, kapalı bir yerde.


Dört elle sarılmak: Yapacağı iş için büyük emek sarf etmek.


Dört gözle ağlamak: Gereğinden fazla yakınmak.


Dört gözle bakmak: Çok dikkatli bir şekilde bakmak.


Dört gözle beklemek: Pek isteyerek özleyerek beklemek.


Dört köşe olmak: Çok sevinmek.


Dört üstü murat üstü: İşi daima yolunda olan keyifli kimse.


Dört yanı deniz kesilmek: Bir yerden yardım alma umudu olmamak.


Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini davranışlarıyla anlatmak.


Dudak ısırmak: Hayran kalmak.


Dudak sarkıtmak: Üzüntüsünü, hoşnutsuzluğunu yüzündeki ifadeyle belli etmek.


Duman attırmak: Bir kimseyi yıldırmak, çok zor duruma düşürmek.


Duman etmek: Ortalığı dağıtmak, yok etmek.


Duman olmak: Çok kötü duruma düşmek.


Dumanı üstünde: Çok taze.


Dumura uğramak: İşlevini yapamaz olmak.


Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim: Kuvvet kazanıp da karşıdaki kişiyi ezmek amacıyla fırsat kollamak.


Durdu durdu turnayı gözünden vurdu: Uzun süre bekledi ama sonunda çok güzel bir şey, büyük bir kazanç elde etti.


Durup dinlenmeden: Ara vermeden, sürekli bir şekilde.


Dut yemiş bülbüle dönmek: Neşe ve konuşkanlığını yitirmek.


Duvar gibi: Çok sağlam, sarsılmayan kimse.


Düdüğü çalmak: Mutlu, sevindirici bir duruma erişmek.


Düğüm noktası: Bir sorunun sonuçlandırılması için çözülmesi gereken en zor yanı.


Düğüm üstüne düğüm vurmak: Parasını cimrilik yaparak saklamak.



Düğün bayram etmek: Büyük mutluluk duymak, birlikte huzurlu, neşeli bir duruma kavuşmak.


Düğün dernek, hep bir örnek: Ne kadar toplantı, konuşma varsa hepsi birbirine benziyor, anlamında.


Düğün evi gibi: Gereğinden fazla kalabalık ve telaşlı yer.


Dümen çevirmek: Bir şeyi hileli bir şekilde yapmaya çalışmak.


Dümen neferi: Arkadaşları içerisinde en geride kalan kişi.


Dümen suyunda gitmek: Bir kimsenin izinden yürümek.


Dümen yapmak: Hileli yollara başvurup başkasını aldatmak.


Dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor: Kendi mesleğinde bir uzmanlığı yokken hileli yollara başvuruyor.


Dünden razı: Bunu kesinlikle kabul edecektir, anlamında.


Dünkü çocuk: Deneyimsiz, acemi kimse.


Dünya başına yıkılmak: Bir felaketle karşılaşmak, dara düşmek, çok üzülüp büyük acı çekmek.


Dünya durdukça durasın: Allah size çok uzun ömürler versin, anlamında.


Dünya evine girmek: Evlenmek.


Dünya gözü ile: Hayat devam ederken ölmeden önce.


Dünya gözünde zindan olmak: Umutsuz bir şekilde karamsarlığa düşmek.


Dünya kelamı etmek: Ortalıktan, olup bitenden bahsetmek.


Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorumluluk duygusundan yoksun, tasasız, gamsız kimse.


Dünyadan elini eteğini çekmek: Daha çok ibadetle meşgul olup dünyaya ait işlerle uğraşmamak.


Dünyadan haberi olmamak: Çevresinden ve zamanın gereklerinden haberi olmamak.


Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek.


Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Çok büyük zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak, insanın başına nelerin gelebileceğini anlamak.


Dünyanın öbür ucu: Çok uzak olan yer.


Dünyası yıkılmak: Hayalleri son bulmak, bir beklentinin olumsuzlukla neticelenmesi.


Dünyaya kazık kakmak: Çok uzun ömürlü olmak.


Dünyayı toz pembe görmek: En olumsuz durumlarda bile iyimser olabilmek.     


Dünyayı zindan etmek: Birilerini çok sıkıntılı bir duruma sokmak.


Düşe kalka: Binbir güçlükle çok güçlük çekerek bir işi yapmaya çalışmak.


Düşüncesini almak: Herhangi bir konuda görüşüne başvurmak.


Düşüncesini okumak: Birinin ne düşündüğünü anlamaya çalışmak.


Düşünceye dalmak: Bir şekilde derin derin düşünmek.


Düşünüp taşınmak: Enikonu düşünmek.


Düşüp kalkmak: Bir kimseyle yakın ilişki içinde bulunmak.


Düşeş atmak: Hiç beklenmeyen bir başarı elde etmek.


Düşman çatlatmak: Başarılarıyla düşmanı kıskandırmak, onları kızdırmak.


Düşman kesilmek: Düşmanca bir tavır almak, birine kin ve nefret beslemek.


Düşte görse hayra yormamak: Hiç beklenilmeyen bir durumla karşılaşmak. Güzel, olumlu bir şeye kavuşmak.


Düttürü Leyla: Kılığı ciddi olmayan hafif ve tuhaf giyimli kadın.


Düzlüğe çıkmak: Engelleri aşıp işi yoluna koymak.Dağ devirmek: Çok zor görünen işleri başarmak.


Dağ doğura doğura fare doğurdu: Çok büyük bir beklentinin çok küçük bir şeyle sonuçlanması.


Dağa çıkmak: Yerleşik düzene karşı çıkılarak eşkıyalık yapmak.


Dağa kaldırmak: Bir nedenden birini zorla ıssız bir yerde alıkoymak.


Dağarcığına atmak: Yeni bilgileri zihne yerleştirmek.


Dağdan gelip bağdakini kovmak: Sonradan bir yere gelen birinin eskiden beri orada bulunan birinin yerini haksız bir şekilde almaya çalışması.


Dağlara düşmek: Bir sorun, sıkıntı, üzüntü nedeniyle kaçıp ıssız bir yerde yaşamaya başlamak.


Dağları devirmek: Çok büyük güçlüklerin altından kalkmak.


Dal budak salmak: Birçok koldan yayılıp genişlemek.


Dalavere çevirmek: Hile ve dolanbazlıkla birini kandırmak.


Daldan dala konmak: Çok sık bir şekilde konuyu değiştirmek.


Dalga geçmek: Bir şeyi dikkate almamak, onun üzerinde kafa yormamak.


Dallanıp budaklanmak: Bir iş, konu ya da durumun yayılıp genişlemesi, karışık bir hal alması.


Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayla: Konu ile ilgisi olmayan saçma sapan sözler anlamında.


Dama taşı gibi oynatmak: İlgili kişilerin sürekli olarak görev yerlerini değiştirmek.


Damağına tat değmek: Yaptığı, uğraştığı işten bir kazanç sağlamak. Yaptığı işten kazanç görmüş olmak.


Damarına basmak: Birini öfkelendirecek bir davranışta bulunmak.


Damarına girmek: Kişinin hoşlanacağı bir şey yapmak veya kendini o kişiye sevdirmek.


Damdan düşer gibi: Birdenbire ve yersiz olarak.


Damgasını vurmak: Biri hakkında kötü bir yargıya varmak veya bir şeyde ağırlığı ön plana çıkmak.


Dandini bebek: Avutulan bebek durumundaki kişi.


Dananın kuyruğu kopmak: Beklenen sonucun gerçekleşmesi.


Danışıklı dövüş: Önceden aralarında anlaşan kişilerin bu anlaşmayı yokmuş gibi kabul ederek başkalarını aldatmaları.


Dar gelirli: Geçim sıkıntısı olan kimse. Gelir kaynakları sınırlı olan.


Dar kafalı: Anlayışı, sezgisi, kavrayışı az, kıt olan kimse.


Dara düşmek: Para, geçim sıkıntısına düşmek.


Darda kalmak: Zor duruma düşmek.


Davul çalmak: Bir şeyi herkesin işitebileceği şekilde ortalığa yaymak.


Davul çalsan işitmez: Duymanın ve duyarsızlığın en üst seviyede olması anlamında.


Dayısı dümende olmak: İş başında, üst makamlarda kendisine yardım edecek birinin olması.


Dediği dedik: Her istediğini yaptıran.


Defterden silmek: Biriyle arasındaki yakınlığa son vermek.


Defteri dürülmek: İşten uzaklaştırılmak.


Defteri kapamak: Söz konusu işi yapmaz olmak.


Değirmenin suyu nereden geliyor: İşin yürütülmesi için gereken para ve sermayenin geldiği yer. O işi besleyen ana kaynak.


Değiş tokuş: Bir şeyi verip yerine başka bir şey almak.


Deli divane olmak: Bir kimseyi aşırı bir şekilde sevmek.


Deli fişek: Şımarık, delice işler yapan.


Deliğe tıkmak: Tutuklayıp hapse koymak.


Deliksiz uyku: Çok rahat ve uzun süren uyku hali.


Dem vurmak: Bir konudan söz etmek.


Demir almak: Yola çıkmak, bir yerden ayrılıp başka yere gitmeye hazırlanmak.


Demir atmak: Bir yerde çok uzun bir süre kalmak.


Demokles'in kılıcı gibi: Sürekli olan bir tehdit ve şantaj.


Deniz kenarında kuyu kazmak: Bir şeyi kolayca elde etme imkânı varken zor yolları seçmek.


Deniz kurdu: Deniz konusunda usta olan tecrübeli kimse.


Denizde balık: Ele geçmesi oldukça zor olan şey.


Denizde kum onda para: Çok fazla parası olmak.


Denizden çıkmış balığa dönmek: Yeni bir ortama, duruma alışmakta zorlanmak, büyük şaşkınlık yaşamak.


Denize girse topuğu ıslanmaz: Çok tehlikeli olan işlerde dahi zarar görmeden çıkar.


Derdine düşmek: Bir soruna, bir şeye çözüm yolu bulmaya çalışmak.


Derdini deşmek: Birinin var olan bir derdinden bahsetmek, onun yeniden üzülmesine neden olmak.


Derdini dökmek: Derdini en ayrıntısına kadar anlatmak.


Derdini Marko Paşa'ya anlatmak: Derdini dinleyecek üzülecek kimse yok anlamında.


Dereden tepeden konuşmak: Rastgele, havadan sudan konuşmak.


Dereyi görmeden paçaları sıvamak: Ortada hiçbir neden yokken bir şeye hazırlık yapmak.


Derisine sığmamak: Çok kibirlenmek, böbürlenmek, şeytani gurur.


Derli toplu: Bir şeyin parçalarının bir arada olması, darmadağın olmaması.


Derme çatma: Yeterince vakit ayrılmamış, özensizce yapılmış.


Dert ortağı: Aynı sorunu yaşayan kişilerden her biri.


Dert yanmak: Bir kişiye sızlanarak derdini anlatmak.


Dertsiz başını derde sokmak: Hiç gerek yokken üzüntü veren bir işe girişmek.


Deve kini: Kolay kolay geçmeyen sürekli olan unutulmayan kin.


Deve kuşu gibi: Sorunların üstüne gideceğine sorunları görmezlikten gelen onlara gözünü kapayan.


Deve nalbanta bakar gibi: Yadırgadığı bir şeye bakarcasına.


Devede kulak: Tümüne göre çok ufak bir parça.


Deveye boynun eğri demişler nerem doğru ki demiş: Bir işin her tarafında bir sorunun olması. Hiç doğru bir tarafının olmaması.


Deveye hendek atlatmak: Kişiye olmayacak veya olması çok zor bir iş yaptırmaya çalışmak.


Deveyi düze çıkarmak: Zorlukları ortadan kaldırıp işi yoluna koymak.


Deveyi havutuyla yutmak: Herkesin gözü önünde çok büyük hırsızlık yapmak, kendine menfaat sağlamak.


Devlet kuşu: Hiç umulmadık yerden zenginlik ve mutluluk getiren talih.


Dırdır etmek: Bir şeyi baş ağrıtacak şekilde sürekli söylemek.


Dırıltı çıkarmak: Bir şeyi zora sokarak geçimsizliğe yol açmak.


Dış kapının dış mandalı: Çok uzakta olan yakın kişiler, akrabalar için kullanılır.


Dışı hoca, içi baca: Görünüş ile özü birbiriyle aynı olmayan. Dıştan bakıldığında iyi, temiz ama gerçekte kötü kimse.


Dışı kalaylı, içi alaylı: Şeklen süslü, güzel ama iç tarafı kötü olan.


Dibine darı ekmek: Harcayıp bitirmek.


Didik didik etmek: En küçük ayrıntısına kadar aramak.


Dik dik bakmak: Bir kimseye sinirli bir şekilde bakmak.


Dik kafalı: Büyüklerinin sözlerine uymayan inatçı kimse.


Diken üstünde olmak: Her an makamından yerinden olabilir anlamında kullanılır.


Dikili ağacı olmamak: Mal mülk veya geride bırakacağı hiçbir şeyi olmamak.


Dikine gitmek: Kimseyi dinlemeyen bildiğini okuyan kimse.


Dikiş tuturamamak: Başarılı olamamak.


Dikiz etmek: Birine gizlice bakmak.


Dikte etmek: Birine zorla bir şey kabul ettirmeye çalışmak.


Dil ağız vermemek: Hastanın kendinden geçip konuşamaz bir duruma gelmesi.


Dil çıkarmak: Birisiyle alay etmek.


Dil dökmek: Birini bir şeye ikna etmeye çalışmak.


Dil ebesi: Gereğinden fazla ve esprili bir şekilde konuşan.


Dil otu yemiş: Sürekli ha bire durmadan konuşan.


Dil persengi: Konuşurken sürekli tekrar edilen söz.


Dil uzatmak: Birine, bir şeye aşağılayıcı sözler söylemek.


Dil yarası: Çok ağır ve kişiyi üzen bir sözün gönülde bıraktığı kırgınlık.


Dilden dile dolaşmak: Herkesçe konuşulmak.


Dile düşmek: Hakkında dedikodu çıkmak.


Dile gelmek: Konuşma yeteneği olmadığı halde konuşmak, dillenmek.


Dile getirmek: Bir meseleyi ortaya atmak, açıklamak, anlatmak.


Dili açılmak: Çeşitli nedenlerden konuşamayan birinin bir anda konuşmaya başlaması.


Dili ağırlaşmak: Hastalıktan güç konuşur bir duruma gelmek.


Dili dolaşmak: Korku, heyecan veya bir hastalık nedeniyle şaşırmak, bunu açıkça dile getirip ifade edememek.


Dili döndüğü kadar: Anlatma imkânı elverdiği şekilde.


Dili dönmemek: Bir sözü doğru söyleyememek, düzgün telaffuz edememek.


Dili güllü: Dili tatlı olan.


Dili tutulmak: Bir sebepten konuşamaz duruma gelmek.


Dili uzamak: Haddini bilmeden konuşmak.


Dili uzun: Kişileri incitecek, kıracak sözler söyleyen.


Dili varmamak: Bir şeyi söylemeye bir türlü gönlü razı olmamak.


Dili zifir: Kişileri inciten sözler söyleyen kişilere söylenir.


Dilimin ucunda: Çok iyi bilindiği halde bir şeyin bir türlü anımsanamaması.


Dilin kemiği yok: Kişinin konuşurken hata yapabileceği, yanlış konuşabileceği durumlar için kullanılır.


Dilinde tüy bitmek: Birine yol göstermekten bıkıp usanmak.


Dilinden anlamak: Birinin ne demek istediğini anlamak, duygu ve düşüncelerine anlam verebilmek.


Dilinden düşürmemek: Bir şeyden sürekli bahsetmek. 


Dilinden kurtulamamak: Bir yanlıştan ötürü sürekli olarak eleştiri, sitem, sataşmaya neden olmak.


Diline dolamak: Bir kimseyi durmadan kötülemek.


Diline pelesenk etmek: Bir sözü yerli yersiz tekrarlamak.


Diline yörük: Çok fazla konuşkan kimse.


Dilini bağlamak: Bir kişiyi bir şekilde söz söyleyemez duruma getirmek.


Dilini eşek arısı soksun: Kişinin hoşuna gitmeyecek bir şey söyleyene karşı söylenilir.


Dilini tutmak: Bir işin sonunu da düşünerek rastgele konuşmaktan sakınmak, ölçülü konuşmak.


Dilini yutmak: Bir korku ya da şaşkınlık durumunda konuşamaz bir hal almak.


Dilinin altında bir şey olmak: Kişinin sözlerinden açıkça dile getirmediği bir şeyin var olduğunun anlaşılması.


Dilinin ucuna gelmek: Bir şeyi söyleyecek durumdayken söylemekten vazgeçmek.


Dillerde dolaşmak: Her yerde kendisinden veya bir şeyden söz edilmek.


Dillere destan olmak: Bir olayın, durumun halk arasında yayılması, meşhur olmak, duyulmak.


Dilli düdük: Duyduğu her şeyi söyleyen kimse.


Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyisini elde etmeye çalışırken elindekini de kaybetmek.


Dinden imandan çıkmak: Çok sinirlenmek.


Dingo'nun ahırı: Disiplinin olmadığı kimin girip çıktığı belli olmayan yer.


Dini bütün: Çok dindar, dinini tam olarak yaşayan kimse.


Dip doruk: Baştan aşağı, tepeden tırnağa kadar.


Dipsiz kile boş ambar: Para, mal tutamayan bir kişinin durumunu veya verimsiz, sonuçsuz bir şeyi anlatmak amacıyla kullanılır.


Direk direk bağırmak: Yüksek sesle bağırmak.


Dirsek çevirmek: Önceleri birlikte çalıştıkları, çok iyi anlaştıkları kimseleri kendinden soğutacak, uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak.


Dirsek çürütmek: Bir uğraş amacıyla çok uzun yıllar çalışmak.


Diskur geçmek: Nutuk çekmek.


Diş bilemek: Kızdığı birine kötülük yapmak için uygun zamanı beklemek.


Diş geçirememek: Gücü yetmemek, birine istediğini yaptıramamak.


Diş gıcırdatmak: Öfke ve kızgınlığını davranışlarına yansıtmak.


Diş göstermek: Gücünü hissettirmek, birini gücüyle bir şekilde tehdit etmek.


Diş kirası: Bir işe verdiği emeğin dışında fazladan elde ettikleri, kazandıkları.


Dişe dokunur: Önemli, hatırı sayılır bir şey yapmak.


Dişinden tırnağından artırmak: Yiyeceğinden, giyeceğinden keserek biriktirmek.


Dişine göre: Kendi gücüne, kuvvetine, kabiliyetine göre.


Dişini sıkmak: Dayanmak, katlanmak.


Dişini tırnağına takmak: Zorluk ve sıkıntılarla bütün güç ve kuvvetiyle çalışmak.


Dişinin kovuğuna bile gitmemek: Bir yiyeceğin kişi için çok az gelmesi.


Divan durmak: Hatırı sayılır biri karşısında saygı nöbetinde durmak. Onu ayakta elleri göğsü üzerinde bağlı beklemek.


Diyalog kurmak: Karşılıklı olarak konuşmaya başlamak.


Diz çökmek: Teslim olmak, birinin gücünü kabul etmek.


Dize gelmek: Boyun eğmek. 


Dize getirmek: Birine kendi istediği şeyi yaptırmak. Ona boyun eğdirmek.


Dizginini kısmak: Mevcut yetki alanını daraltmak.


Dizginleri ele almak: Bir yerin yönetimini ele geçirmek, orayı yönetmeye başlamak.


Dizginleri salıvermek: Çok sıkı tuttuğu bir yönetimi gevşetmek.


Dizinde oturup sakalını yolmak: Kendine bakan kendisine menfaati olan kimseye kötülük etmek.


Dizini dövmek: Çok pişman olmak.


Dizinin dibinde: En yakınında, hiç ayrılmadan yanında kalmak.


Dizleri kesilmek: Dizlerinde derman kalmamak, takatsiz olmak.


Dizlerine kapanmak: Kendisini küçük düşürecek kadar çok yalvarmak, başını dizlerinin üzerine koymak.


Dizlerinin bağı çözülmek: Heyecandan, korkudan, yorgunluktan ayakta duramayacak bir duruma gelmek.


Dobra dobra konuşmak: Çekinmeden düşündüklerini olduğu gibi söylemek.


Dobra dobra söylemek: Hiçbir şeyden çekinmeden sözü olduğu gibi açık açık söylemek.   


Doğmamış çocuğa don biçmek: Henüz olmamış bir şey için hazırlık yapmak.


Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Birden fazla işin aynı zamana denk gelip sıkışık bir hal alması.


Dokuz doğurmak: Korkudan veya çok istenen bir şey ha oldu ha olacak diye tasalanmak.


Dokuz körün bir değneği: Yakınlarından birçoğunun kendisinden yardım beklediği kişi.


Dokuz köyden kovulmuş: Çeşitli olumsuz tutum ve davranışlarından dolayı hiçbir yerde tutunamamak.


Dokuz yorgan eskitmek: Ortalamanın üzerinde yaşamak.


Dolaba girmek: Tuzağa düşürülmek.


Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Dar bir çevrede boşuna dolaşıp durmak.


Dolap çevirmek: Hile ile iş yapmak.


Dolma yutmak: Kanmak, aldanmak.


Dolmuş yapmak: Bir meslek, iş edinmek.


Dolu dizgin: Son hızla, çok süratli bir şekilde devam eden şey.


Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı: İçinden çıkılamayacak zor bir durum için kullanılır.


Domuzdan kıl çekmek: Oldukça cimri birinden bir şey alabilmek.


Don gömlek: Bir kişinin üzerinde giysi olarak sadece don ve gömleğinin olması.


Dost kazığı: Birlikte iş görenlerin birbirlerine yanlış yapmaları. Oldukça acı veren durumlar için kullanılan bir deyim.


Dostlar alışverişte görsün: Sırf gösteriş olsun, iş görüyor densin diye.


Dozunu ayarlamak: Ölçülü olmak.


Dökülüp saçılmak: Bir şeye fazla para harcamak.


Döner taşı, öter kuşu olmamak: Mal mülk, evlat gibi hiçbir şeyi olmamak.


Dönüm noktası: Bir şeyin, durumun terk edilip başka bir duruma geçmesi.


Dört ayak üstüne düşmek: Oldukça tehlikeli bir durumdan zarar görmeden kurtulmak.


Dört başı mamur: Her açıdan istenildiği gibi olan.


Dört dönmek: Bir işi yapmak için şaşkınlık ve telaşla sağa sola koşmak.


Dört dörtlük: Tam, hiçbir eksik olmadan.


Dört duvar arasında: Evde, kapalı bir yerde.


Dört elle sarılmak: Yapacağı iş için büyük emek sarf etmek.


Dört gözle ağlamak: Gereğinden fazla yakınmak.


Dört gözle bakmak: Çok dikkatli bir şekilde bakmak.


Dört gözle beklemek: Pek isteyerek özleyerek beklemek.


Dört köşe olmak: Çok sevinmek.


Dört üstü murat üstü: İşi daima yolunda olan keyifli kimse.


Dört yanı deniz kesilmek: Bir yerden yardım alma umudu olmamak.


Dudak bükmek: Bir şeyi beğenmediğini davranışlarıyla anlatmak.


Dudak ısırmak: Hayran kalmak.


Dudak sarkıtmak: Üzüntüsünü, hoşnutsuzluğunu yüzündeki ifadeyle belli etmek.


Duman attırmak: Bir kimseyi yıldırmak, çok zor duruma düşürmek.


Duman etmek: Ortalığı dağıtmak, yok etmek.


Duman olmak: Çok kötü duruma düşmek.


Dumanı üstünde: Çok taze.


Dumura uğramak: İşlevini yapamaz olmak.


Dur kendime yer edeyim, bak sana neler edeyim: Kuvvet kazanıp da karşıdaki kişiyi ezmek amacıyla fırsat kollamak.


Durdu durdu turnayı gözünden vurdu: Uzun süre bekledi ama sonunda çok güzel bir şey, büyük bir kazanç elde etti.


Durup dinlenmeden: Ara vermeden, sürekli bir şekilde.


Dut yemiş bülbüle dönmek: Neşe ve konuşkanlığını yitirmek.


Duvar gibi: Çok sağlam, sarsılmayan kimse.


Düdüğü çalmak: Mutlu, sevindirici bir duruma erişmek.


Düğüm noktası: Bir sorunun sonuçlandırılması için çözülmesi gereken en zor yanı.


Düğüm üstüne düğüm vurmak: Parasını cimrilik yaparak saklamak.



Düğün bayram etmek: Büyük mutluluk duymak, birlikte huzurlu, neşeli bir duruma kavuşmak.


Düğün dernek, hep bir örnek: Ne kadar toplantı, konuşma varsa hepsi birbirine benziyor, anlamında.


Düğün evi gibi: Gereğinden fazla kalabalık ve telaşlı yer.


Dümen çevirmek: Bir şeyi hileli bir şekilde yapmaya çalışmak.


Dümen neferi: Arkadaşları içerisinde en geride kalan kişi.


Dümen suyunda gitmek: Bir kimsenin izinden yürümek.


Dümen yapmak: Hileli yollara başvurup başkasını aldatmak.


Dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor: Kendi mesleğinde bir uzmanlığı yokken hileli yollara başvuruyor.


Dünden razı: Bunu kesinlikle kabul edecektir, anlamında.


Dünkü çocuk: Deneyimsiz, acemi kimse.


Dünya başına yıkılmak: Bir felaketle karşılaşmak, dara düşmek, çok üzülüp büyük acı çekmek.


Dünya durdukça durasın: Allah size çok uzun ömürler versin, anlamında.


Dünya evine girmek: Evlenmek.


Dünya gözü ile: Hayat devam ederken ölmeden önce.


Dünya gözünde zindan olmak: Umutsuz bir şekilde karamsarlığa düşmek.


Dünya kelamı etmek: Ortalıktan, olup bitenden bahsetmek.


Dünya yıkılsa umurunda değil: Sorumluluk duygusundan yoksun, tasasız, gamsız kimse.


Dünyadan elini eteğini çekmek: Daha çok ibadetle meşgul olup dünyaya ait işlerle uğraşmamak.


Dünyadan haberi olmamak: Çevresinden ve zamanın gereklerinden haberi olmamak.


Dünyalar onun olmak: Çok sevinmek.


Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: Çok büyük zorluklarla karşılaşmak, tecrübe kazanmak, insanın başına nelerin gelebileceğini anlamak.


Dünyanın öbür ucu: Çok uzak olan yer.


Dünyası yıkılmak: Hayalleri son bulmak, bir beklentinin olumsuzlukla neticelenmesi.


Dünyaya kazık kakmak: Çok uzun ömürlü olmak.


Dünyayı toz pembe görmek: En olumsuz durumlarda bile iyimser olabilmek.     


Dünyayı zindan etmek: Birilerini çok sıkıntılı bir duruma sokmak.


Düşe kalka: Binbir güçlükle çok güçlük çekerek bir işi yapmaya çalışmak.


Düşüncesini almak: Herhangi bir konuda görüşüne başvurmak.


Düşüncesini okumak: Birinin ne düşündüğünü anlamaya çalışmak.


Düşünceye dalmak: Bir şekilde derin derin düşünmek.


Düşünüp taşınmak: Enikonu düşünmek.


Düşüp kalkmak: Bir kimseyle yakın ilişki içinde bulunmak.


Düşeş atmak: Hiç beklenmeyen bir başarı elde etmek.


Düşman çatlatmak: Başarılarıyla düşmanı kıskandırmak, onları kızdırmak.


Düşman kesilmek: Düşmanca bir tavır almak, birine kin ve nefret beslemek.


Düşte görse hayra yormamak: Hiç beklenilmeyen bir durumla karşılaşmak. Güzel, olumlu bir şeye kavuşmak.


Düttürü Leyla: Kılığı ciddi olmayan hafif ve tuhaf giyimli kadın.


Düzlüğe çıkmak: Engelleri aşıp işi yoluna koymak.


DEYİMLER SÖZLÜĞÜ

 A  -  B  -   C  -  Ç  -  D  -  E  -   -    -  H   -  I   -  i  -  k -  l  m  -   -  o  - ö  -   -   r  -  s  -  ş  -  t  -  u  -  ü  -   v  -   y  -   z